Enerjinin İktidarı: Türkiye’de Hidrojen Üretiliyor mu?
Bir siyaset bilimci, dünyayı yalnızca seçim sandıklarıyla değil, güç ilişkilerinin görünmez ağlarıyla okur. Enerji, bu ağın en stratejik damarlarından biridir. Hidrojen enerjisi ise bu çağın yeni ideolojik alanıdır: hem çevreci hem de stratejik, hem vaat dolu hem de rekabetle örülü. Türkiye’de “hidrojen üretiliyor mu?” sorusu bu yüzden teknik bir sorudan öte, iktidarın yeni biçimlerini anlamamıza yarayan bir politik göstergedir.
Enerji Üretimi: Modern Devletin Yeni İktidar Alanı
Michel Foucault’nun güç kavramını hatırlayalım: Güç yalnızca baskı değildir; aynı zamanda üretimdir. Hidrojen üretimi de bu anlamda yalnızca enerji üretmek değil, egemenlik üretmektir. Türkiye, hidrojen alanına yatırım yaptıkça, sadece enerji bağımsızlığını değil, siyasal özerkliğini de güçlendirme arayışındadır.
Bugün Türkiye, özellikle yeşil hidrojen alanında stratejik planlamalar yapmaktadır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yayımladığı “Ulusal Hidrojen Stratejisi ve Yol Haritası” bu sürecin çerçevesini çizer. 2035’e kadar hidrojenin enerji karışımında artan bir paya sahip olması hedeflenmektedir. Ancak mesele yalnızca üretim değil; bu üretimin kim tarafından, kim için yapıldığıdır.
Kurumsal Yapı ve İdeolojik Harita
Türkiye’de hidrojen üretimi şu anda küçük ölçekli pilot tesislerde gerçekleşmektedir. TÜBİTAK ve BOTAŞ gibi kurumlar, hem teknolojik araştırma hem de altyapı hazırlıkları yapmaktadır. Ancak hidrojenin üretimi, aynı zamanda bir ideolojik projedir.
Bu, “bağımsız Türkiye” söyleminin yeni versiyonudur: artık toprak ya da sınır değil, enerji hatları ve moleküller üzerinden bir bağımsızlık tahayyülü.
Bu noktada devlet, yalnızca düzenleyici değil, aynı zamanda üretici bir aktör olarak sahnededir. Fakat bu üretim sürecinde özel sektörün, üniversitelerin ve vatandaşların ne kadar söz hakkı vardır? İşte burada demokrasi ile kalkınma arasındaki kadim gerilim yeniden sahneye çıkar.
Erkek Stratejiler, Kadın Katılımlar
Siyaset bilimi, toplumsal cinsiyet perspektifini dışladığında eksik kalır. Erkek bakışı, genellikle enerji politikalarını güç, rekabet ve strateji üzerinden okur. Hidrojen üretimi, bu çerçevede “kontrol edilecek bir kaynak”, “kazanılacak bir yarış”tır.
Oysa kadın bakışı enerjiye farklı yaklaşır: sürdürülebilirlik, dayanışma, yerel katılım ve çevresel adalet gibi kavramlarla.
Türkiye’de hidrojen ekonomisi kurulurken, kadınların sesinin bu süreçte ne kadar duyulduğu sorusu önemlidir. Hidrojenin geleceği, yalnızca erkeklerin stratejik masalarında değil, kadınların katılımcı platformlarında da tartışılmalıdır. Çünkü enerji sadece güç değil, aynı zamanda yaşamın sürekliliğidir.
Vatandaşlık, Katılım ve Enerji Adaleti
Bir başka soruyu sormalıyız: Türkiye’de vatandaşlar hidrojen ekonomisinin neresinde?
Hidrojen üretimi, çoğu zaman teknolojik bir mesele olarak sunulsa da, aslında vatandaşlık bilincini yeniden tanımlayan bir süreçtir.
Devletin enerji politikaları, yalnızca yatırımcıları değil, toplumu da şekillendirir. Vatandaş, bu yeni enerji rejiminde “tüketici” mi, yoksa “katılımcı” mıdır? Eğer hidrojen sadece büyük kurumların elinde kalırsa, bu enerji geçişi demokratik değil, teknokratik bir dönüşüm olur.
Hidrojen, geleceğin enerjisi olabilir; ama aynı zamanda geleceğin vatandaşlık sınavıdır.
İdeoloji, Sermaye ve Umut
Türkiye’nin hidrojen stratejisi, bir yandan ulusal gururun, diğer yandan neoliberal rekabetin harmanıdır.
Devlet “milli enerji” söylemini güçlendirirken, piyasa aktörleri “küresel yeşil yatırım” fırsatlarını kovalar. Bu iki dinamik arasında, toplumun rolü çoğu zaman belirsizleşir. İdeoloji burada yeniden devreye girer: hidrojen, yalnızca yakıt değil, bir umut ideolojisidir.
Fakat umut, ancak adaletle birleştiğinde anlamlıdır. Enerji üretiminde şeffaflık, yerel yönetimlerin katılımı, kadınların karar süreçlerinde etkinliği — bunlar olmadan hidrojen ekonomisi, sadece yeni bir güç merkezi üretir.
Sonuç: Hidrojenin Siyaseti ve Siyasetin Hidrojeni
“Türkiye’de hidrojen üretiliyor mu?”
Evet, üretiliyor — ama asıl soru bu değil.
Asıl soru: Kimin için, hangi değerlerle ve hangi toplum tahayyülüyle üretiliyor?
Enerji, çağımızın siyasetidir. Hidrojen ise bu siyasetin yeni dili.
Eğer bu dil, yalnızca erkeklerin stratejik hesaplarını değil, kadınların katılımcı sezgilerini de içerirse; yalnızca iktidarın değil, vatandaşın da sesini taşıyabilirse, o zaman Türkiye’nin hidrojen geleceği gerçekten “yeşil” olabilir.
Peki sizce, bu enerji devrimi bir demokratik dönüşüme mi, yoksa yeni bir iktidar tekeline mi dönüşüyor?
Yorumlarda düşüncelerinizi paylaşın — çünkü siyaset, ancak konuşulduğunda anlam bulur.